12.05.2008

PARK ÇOCUĞU AVRUPA,MAHALLE ÇOCUĞU BREZİLYA !

Özellikle büyük şehir ve ilçelerde,mahalle hayatı giderek ölüyor.Bunun yerini her türlü ihtiyacı önceden düşünülmüş,rahatınızı tesadüflere bırakmayan,kontrollü alanlara kurulmuş site vb. oluşumlar alıyor.
Mahallelerde ise giderek her ara sokak,arabaların arı misali vızırdamalarıyla dolan birer ana caddeye dönüşüyor.Gün geçtikçe azalan şehir içi yeşil alanlar,tenha ara sokaklar çocukların oyun alanı ve oynama türlerini,oyunlarının içeriğini dahi başkalaşıma uğratıyor.Yukarıda sözünü ettiğimiz kalabalık şehirlerdeyse,bir karışlık alana,derhal taş bir yapı yükseltilivermiştir zaten.
Top oynamak için halı saha ve asfalt zeminler kucak açıyor örneğin.Toplu oyun ve eğlencelere ise eğlence merkezleri,parklar ev sahipliği yapıyor artık... Kısacası,eskiden mahalle sokaklarında yaşadığımız serbest oyunlar yerlerini,parklardaki kontrol edilmiş,gereği önceden düşünülmüş oyunlara bırakıyor.
Bir parka giden çocuğun kaderi bellidir.Kaydırak,tahteravalli,şansı varsa boş yakalanmış bir salıncak...Belki bir de kum havuzu.Mutlaka ki eğlendiren;ama belli bir rutin ve kısır döngü içerisinde eğlenmeye izin veren oyunlar.Parkta bir kere gördüğünüz çocuğu ikinci kere görmeniz zordur.Samimiyet kurmanız mümkün olmaz bu yüzden.Arkadaşlarınızla,oyun araçlarınızla soğuk bir ikincil ilişki kurmuşsunuzdur.Her şey makine düzenindedir.

"Sıraya gir,merdivenden çık,kay,ha ha ha!","Sıraya gir,salıncağa bin,uç,uç,uç,ha ha ha! "
Bu rutinin dışına çıkamazsınız.Kuralları asla değiştirilemez bir dini merasim gibi...Yaratıcılık yoktur,sadece herkesin yaptığını aynen tekrarlamak vardır.Bu arada kenardaki bankta oturmuş "Aman kızım yavaş sallan!","Yavrum dikkat etsene kardeşine!" nidaları ile kulakları dolduran ebe"leyen"veynler.Bu kadar kaidenin ve kontrolün olduğu yerde gerçek eğlence ne kadar yaşanabilir ki?

Oysa ki mahalle aralarında oynanan oyunlar daha bir özgürdür.Koşulacak alanın sınırları yoktur.Canın sıkıldı mı,camına taş atıp uyandıracağın arkadaşların vardır.Tırmanacağın ağaçların vardır;ve sahicidir onlar,pütür pütür dokunur kısa pantolonunun özgürleştirdiği tenine.Soğuk pürüzsüz demirlere benzemezler.Saklambaç oynarken,daha önce kimsenin görmediği dehlizler keşfedersin.Kovalamaca oynarken düştüğün tozdur,topraktır,çamurdur ya da kokusu genizlerini dolduran yemyeşil çimlerdir;ve günler önce kayıp ettiğin misketini buluverirsin yerden doğrulurken.

İşte günümüzün futbolunda da fazlasıyla denetlenmiş,yapacakları belirlenmiş oyunculara tapınıyoruz artık.Parklarda oynaşan çocuklar gibi çok koşan,yorulan,sonucunda parklardaki eğlencenin,futbol sahalarındaki karşılığı olan zaferi elde eden oyuncular yetiştiriyoruz.Ama yavan bir eğlence gibi;yavan bir galibiyet oluyor avuçların üzerinde yükselen.Ne oynayanı ne de izleyeni tatmin eden bir seyir oluyor,zevkten uzak...
"Çizgiye in,orta yap,kafa ve goooollll!","Pres yap,topu kap,boştaki adamını gör ve gooollll!" hepsi bundan ibaret...Avrupa futbolu işte bundan ibaret...
Saklanacak yeni bir delik bulmuş fırlamanın duyduğu hazzı ise;ancak Brezilyalılar'ın yumuşak bilekleri yaşatıyor bizlere...Ağaca tırmanırken,yanlış dala tutunmuş da düşmüş gibi can yakan defans aksamaları onlarda umursanmıyor;yerden kalkıp,aynı ağaca tekrar tırmanırcasına "Yediğimizden bir fazlasını atalım yeter" düşüncesi Brezilyalılar'da var.
Velhasıl "Dokuz kusurlu hareket"ten doğan penaltıları kullanan Avrupalılar yerine,"Üç kornere bir penaltı" çeken Brezilyalılar yaşatıyor futbolun,bizi ona aşık eden güzelliğini.Bu yüzden her Dünya Kupası'nda Brezilyalı oluyoruz.Bu yüzden sahada samba yapan sihirbazlardan bir tadımlık futbol ziyafeti dilenmeye devam ediyoruz.

Hiç yorum yok: